Açıklanamayan infertilitenin tedavisinde klasik yaklaşım ilk olarak 2-3 siklus klomifen sitrat/Aramotaz inhibitörleri ve/veya gonadotropinlerle KOH-IUI uygulaması, gebelik elde edilememesi durumunda ise IVF’e geçilmesidir. Ancak tedavi süresi, maliyet, OHSS ve çoğul gebelik gibi yan etkiler, tedaviye uyum, ardışık tedavilerin getirdiği stres ve tedaviden kaçış gibi faktörler gözönüne alındığında bu klasik görüş günümüzde sorgulanmaktadır. Açıklanamayan infertilitenin tedavisinde gerçekten ilk tedavi yaklaşımı IUI’mı olmalıdır? Yoksa IVF yapma olasılığı olan merkezlerde ilk tedavi seçeneği olarak IVF’mi düşünülmelidir? CC-IUI tedavisinin siklus başına sağladığı düşük gebelik oranı (%7) ve bekleme tedavisine üstünlüğünün gösterilememesi; Gonadotropin-IUI tedavisinin siklus başına gebelik oranlarında nispi bir artış sağlamasına karşın (%9-13) başarının yıllar içinde değişmemesi, yüksek maliyeti, OHSS ve çoğul gebelik gibi yan etkileri önleyememesi; buna karşın IVF’in yaygınlaşması , klinik ve laboratuvar uygulamalarındaki son gelişmeler ile siklus başına sağladığı ve giderek artan yüksek gebelik oranı (%40-50) ve komplikasyonlardaki azalma tartışılması gereken gerçeklerdir. Yine karar verirken IUI teknolojisinin nerdeyse son 40 yıldır değişmediği, kadın yaşının ve over rezervinin önemi, evlilik süresi ve bu arada mevcut diğer erkek faktörlerinin varlığının Tüp Bebek lehine karar vermeyi kolaylaştırdığı unutulmamalıdır.
Sonuç olarak günümüzdeki tedavi yaklaşımları hasta dostu, düşük maliyetli ve güvenilir uygulamaları içermeli ve bu arada düşük teknolojili uygulamalardan yüksek teknolojiye ve amprik tedavi yöntemlerinden kanıta dayalı tedavilere geçiş sağlanmalıdır.
Ankara Tüp Bebek Merkezi diğer blog yazıları için tıklayınız.